17 Eylül 2010

Tanzanya- Zanzibar

Ramazan bayramı tatilinde yurtdışında bir yerlere gitmeye karar vermiştik. Epey bir süre tur şirketlerini ve nerelere gidilebiliri araştırdık ama ya tarihler bize uymuyor ya da fiyatları tur detayına göre çok pahalı geliyordu. Ayrıca bir de vize derdiyle uğraşmak istemiyorduk. Bayrama bir hafta kala kendi başımıza bir yerlere gitmeye karar verdik ve ne zamandır ismini duyup cesaret edemediğimiz bir yerde karar kıldık.. ZANZİBAR.. 

Dışişleri bakanlığının sitesinde tanzanya ile vizenin kaldırıldığını ve türk hava yollarının tanzanya'ya direkt uçuşu olduğunu öğrendik, sevindik :) Hemen internetten bilet aldık, uygar iş yerinden izin ayarladı, oraya gitmeden önce hudutlar sağlık müdürlüğüne gidip sarı humma aşısı olduk :) , sıtma ile ilgili ilaçlar aldık.

Götürmemiz gereken şeylerin listesini çıkarıp, hazırladık. Kendimize rehber olarak Lonely planet'in "East Africa" kitabını aldık. (Bu kitap bize tahmin ettiğimizden de faydalı oldu.) Uçuş gününü beklemeye başladık.

08.09.2010 - 09.09.2010

Miçoyu annesinin yanına gönderdik. Atatürk havalimanına gittik , check-in yaptırıp iş bankasının lounge'ında beklemeye başladık. Bu lounge olayına bayıldık ;) 1 kuruş karşılığında sınırsız yeme içme şahane birşey :)

Saat 00:30 'da tanzanya uçağımız hareket etti. Yaklaşık 10 saatlik bir yolculuk olduğu için terlik, uyku gözlüğü, kulak tıpası, diş fırçası gibi şeylerle şal dağıttılar. İnternetten bilet alırken yemek seçimi de vardı. Bakalım aynısını getirecekler mi diye uygar yemek seçimi de yapmış. Kendine zeytinyağlı balık, karides, salata bana ise hasta yemeği gibi yağsız tuzsuz balık, haşlanmış sebze falan seçmiş. Gerçekten de seçilen yemekleri dağıttılar. :( Ben yiyemedim, uygar yedi...

Yaklaşık 6 saat sonra Uganda'ya iniyoruz. Aktarmasız direkt uçuş olduğu için tanzanya'ya gidecekler uçakta kalıyor, uganda'da inecekler inip, yeni yolcular biniyor. 1-1.5 saatlik bir bekleme süresi. Bizde şöyle bir kapıdan dışarı bakabiliyoruz :) 




Uganda'dan sonra 2. servis yapılıyor. Bu sefer yemekler güzel, yiyoruz. Uganda -tanzanya arası 1.5 saat kadar sürüyor. Saat 10:30 gibi Dar Es Selam havalimanına iniyoruz. İner inmez bizden form doldurmamızı ve kişi başı 50$ vize ücreti (ayakbastı parası) istiyorlar. İki ülke arasında vizenin kalktığını biliyorduk diyoruz, evet başbakanlar öyle birşey konuşmuşlar ama bizi bağlamaz biz almaya devam ediyoruz diyorlar. Mecbur veriyoruz. :S
Havalimanı çıkışında biraz dolar bozdurmak istiyoruz. Tanzanya parası şilin ve 
1 dolar = 1500 şilin.


Bozdurmak istediğimiz dolarların yarısını 2003 ve daha eski tarihli olduğu için almıyorlar. Ne farkeder diyoruz ama bankalarında bozdurmak isterlerse daha düşük bir ücrete bozuyorlarmış.. Altın gibi yani.. İkinci defa şok oluyoruz, zanzibar'da bozdurabilmeyi umup taksi için havalimanından ayrılıyoruz.


Zanzibar'a tanzanya'dan iki türlü ulaşım var.Uçakla ya da feribotla adaya geçebiliyorsunuz. Uçak 75$ , feribot 35$ olduğu için feribotla gitmeye karar verdik.

Havalimanında Türkiyeden gelip bizim gibi feribotla zanzibar'a gitmeye çalışan 3 arkadaş ile tanıştık. Ali,Tolga ve Davut abi.. Birlikte taksi kiraladık. Taksici kişi başı 20$ istedi, taksimetre gibi birşey yok tabi. Sıkı bir pazarlıkla hepimizi 20$'a götürmeyi kabul etti. Burada herşey için pazarlık yapmak gerekiyormuş.

Trafik tanzanya'da soldan akıyor. Arabaları da çoğunlukla toyota. Burada vergiler düşük olduğu için araba fiyatları türkiyedeki fiyatların hemen hemen yarısı. Şehir içinden geçip yaklaşık 30 dakika yol gidiyoruz. Değişik taşıma araçları, yolun kenarında çıplak ayakla tozun içinde oynayan çocuklar, yolları süpüren kadın belediye işçileri görüyoruz. Burada temizlik işlerinde hep kadınlar çalışırmış.

Feribotun olduğu yere gelince Sea Star ismindeki feribot firmasının önünde durup bilet alıyoruz. Feribottaki klimalı salon 35$ , klimasız 30$ mış tabi bu fiyat turistlere, tanzanyalılar ulaşım için çok daha cüzi fiyatlar ödüyorlarmış. 35$ verip klimalı salondan bilet alıyoruz. Feribota binmek 10 dakikamızı alıyor. İtiş kakış biniyoruz..


Feribota bindikten sonra klimalı salonun girişindeki görevliğe biletlerimizi gösteriyoruz. İçeri girmeye hazırlanırken görevli bizi durduruyor. Meğer bileti kesen adam biletin üzerine 30$ yazmış. Ona aslında 35$ verdiğimizi söylüyoruz ama anlıyoruz ki bu planlanmış birşey. Davut abi adama 10.000 şilin rüşvet veriyor, klimalı salona geçiyoruz. Ucuz biletle binen yerli halk dışarıda yerlerde oturarak seyahat ediyor, üzülüyoruz..



Feribot 2 saatten fazla sürüyor. Yolculuk sırasında Babu isminde biriyle tanışıyoruz. Tur şirketi varmış bize düzenledikleri turlar hakkında bilgi veriyor. Lonely planetten bulduğumuz Stone town'daki ortalama fiyatlı otelleri gösterip hangisini tavsiye edeceğini soruyoruz. "Abuso Inn" en kalınabilir ve uygun olanı diyor. Feribottan inince oraya götürecek bizi. Ali'yle Tolga'ya da evinin bir odasını kiralamayı teklif ediyor.

Feribottan inince kendimizi stone town'un kalabalığı içinde buluyoruz. Kapıda tur,taksi ayarlamak için bekleşen insanlar var. Biz Babu ile anlaştığımız için bize bulaşmıyorlar.


Babu bizi otele götürüyor.


Otele bakıyoruz.Odada sıcak su, klima, cibinlik ve odanın temiz olması bize yetiyor. 35$'a kişi başı oda +kahvaltı anlaşıyoruz. Oda deniz manzaralı ama perdeyi çekince öyle kötü ve yıpranmış bir cam var ki manzara görünmüyor, camı açınca manzarayı görebiliyoruz. Sonradan şehri dolaştığımızda bir camımız olduğu için şükrediyor olacağız. :)


Biraz odada dinleniyoruz, uygar uyuyor. Bugun çok yorulduk akşam yemek için açık pazar yerine gideceğiz.


Dinlendikten sonra akşam dışarı çıkıyoruz. Otelin bulunduğu yer çok merkezi. Etrafta gidilebilecek restaurantlar, hediyelik eşya satan dükkanlar var. İlk önce açık pazarda satılan pişmiş yemekleri merak ettiğimiz için oraya gidiyoruz. 10 dakika yürüyüp sahilde bir parkta kurulan pazar yerine varıyoruz. Standlarda çiğ balık, ahtapot, yengeç, istakoz vs bir sürü şey var. Pazarlık yapıp bir tabak hazırlıyoruz. İçinde bir tane falafel, yengeç bacağı, kırmızı bir sosla hazırlanmış ahtapot ve şişe dizilmiş köpek balığı eti. Hepsi 15.000 şilin tutuyor.

Tabakta aldıklarımızı 5 dakika sonra pişirip yanımıza, oturduğumuz banka getiriyorlar.Bana çok pişmemiş gibi geliyor yiyemiyorum, uygar yiyor..

İçimden sanırım burada hep böyle aç kalacağım diye düşünüyorum. Babu, Ali ve Tolga'yı pazar yerinde buluyoruz. Babu'dan yarın sabah için tur ayarlamasını istiyoruz. Spice tur ve Jozani Forest Turu için kişi başı 30$'a anlaşıyoruz. Otele dönüp uyuyoruz.

10.09.2010 

Sabah erkenden kalkıyoruz. Tur için saat 9:00 da buluşmak için anlaştığımızdan gitmeden kahvaltı yapmak istiyoruz. Dün otele kahvaltı nasıl diye sorduğumuzda geleneksel zanzibar kahvaltısı demişlerdi. Büyük bir merakla ne yiyeceğimizi düşünüyorduk ta ki kahvaltı ile yüzyüze gelene kadar :)

Meğer geleneksel zanzibar kahvaltısı : muz, ananas, papaya, mandalinadan oluşan bir meyve tabagı, kızarmış ekmek, margarin, tabağıma alıp yiyemediğim şekerlenmiş bal ve sarısı olmayan yumurtaymış.(Aslında zanzibar standartlarında gayet iyi bir kahvaltı) Yumurtanın gerçekten de bizim bildiğimiz sarı kısmı zanzibarda beyaza yakın bir sarı, yumurtaya bol baharat ekleyip yiyoruz.


Kahvaltı otelin terasında veriliyor. Manzarası süper...


Kahvaltıdan sonra Babu'nun ofisine doğru yürüyoruz. Stone Town'un merkezindeki Kale'nin içinde bir ofisi var. Orada anlaşıp şoförümüz İbrahim ile ilk önce jozani forest turu için yola koyuluyoruz.


StoneTown'un kıyıda köşede kalmış baraka tarzı evlerinin arasından geçip köy yollarına sapıyoruz. Etraf camı olmayan köy evleri, toz toprak içinde oynayan çocuklar, yolun kenarında yürüyen kapalı rengarenk kadınlar, muz bahçeleri, hindistan cevizi ağaçları, yolda bisikletle bir yerden başka bir yere gitmeye çalışan insanlarla dolu.


Yaklaşık 45 dk. bir yolculuktan sonra ormana varıyoruz.


Ormanın girişinde bize bir rehber eşlik ediyor. Ormanın derinliklerine dalmadan önce hemen girişin yan tarafındaki seyrek ağaçların olduğu bir bölgeye yürüyoruz. Kırmızı maymunlar uykuya dalmadan onları görmek istiyoruz.

Maymunlar insanlara alışık, korkmadan yanınıza kadar geliyorlar. Bir köy evinde yemek pişiyor.

Maymunları gördükten sonra ormanın derinliklerine doğru yola çıkıyoruz.


Ormanın tabanı ıslak, yağmur mu yağdı diyoruz, meğer ormanın tabanı suymuş. Toprağın bir karış altından su çıkıyormuş. Hatta çok yağmur yağdığı dönemler orman sular altında kalıyormuş. Ormanda 50 yıl önce çok sayıda zanzibar leoparı varmış ama soyu tükenmiş. Şimdi görmüyorlarmış hiç, biz yine de karşımıza çıkmasın diye dua ederek yürüdük. :) Ayrıca ormanda envai çeşit zehirli yılanlar, yuvalarına basarsan vücudunu saran ve ısıran karıncalar, mavi maymunlar, kuşlar, ilginç örümcekler, kara sinek boyunda yetişkin kurbağalar bulunuyormuş. Yılan ve leopar dışında bahsedilen diğer hayvanları görüyoruz.





Rehberimiz ormandaki bir ağacın yaprağından nasıl ip elde ettiklerini ve bu ipleri balık ağlarını örerken kullandıklarını anlatıyor.Gerçekten de yaptığı bir tutam ipi koparmak çok zor.



Yaklaşık 30 dk orman gezimizden sonra mangrow agaçlarının bulunduğu bir bölgeye gidiyoruz. Mangrow ağaçları deniz suyunun içinde yetişen, kökleri dışarıda, acaip sağlam ağaçlar. Bizim gezdiğimiz saat med-cezir'in suyun sığ olduğu anına denk geldi.Bu yüzden  ağaçların köklerini görebiliyoruz. Hatta rehberimizle ağaçların kökleri üzerinde bir yürüyüşe çıkıyoruz. Bastığımız kökler bilek kalınlığında olmasına rağmen hiç eğilmiyor..



Buradan ayrıldıktan sonra yol üstündeki kelebek merkezine gidiyoruz. Merkezi gezebilmek için 5 $ kişi başı giriş ödüyoruz. Burası ormanda yaşayan kelebeklerin korunduğu, toplandığı, hatta üretildiği bir merkez. Köylülerden kelebekleri öldürmeyip kendilerine satmalarını istiyorlar. Yüzlerce renkte kelebek doğal ortamlarında yaşatılıyor.

Kelebek merkezinden ayrılıp yaklaşık 30 dk bir yol gittikten sonra spice tur için baharat ve meyve bahçelerinin olduğu adanın ortalarında bir bölgeye gidiyoruz. Buradaki tur rehberimiz Şadi bizi karşılıyor, tanışıyoruz ve bahçede dolaşmaya başlıyoruz. Şadi ve kardeşi bize yanına gittiği ağaçtan bir yaprak ya da gövdeden bir kısmı bıçakla koparıp tek tek hepimize koklatıyor ve bizden ne olduğunu tahmin etmemizi istiyor. Bazı bitkiler tanıdık geliyor ama çoğunu bilemiyoruz. Meyve'lerin sezonu olmadığı için muz, ananas dışında meyve tadamıyoruz ama baharatları görmüş olduk.


Yerde yetişen bir bitkinin kökünden bir parça koparıp bize uzatıyor önce, ne olduğunu anlayamıyoruz, uygar tadına bakmayı deniyor ama dişinde bütün gün çıkmayan bir sarılık oluşuyor. :) Meğer bu zerdaçal'mış.


Ardından bir ağaçtan ufak bir kabuk sıyırıyor ve koklatıyor. Bunun tarçın olduğunu hemen anlıyoruz.

Başka bir ağaçtan mango gibi birşey koparıp içini gösteriyor, koklatıyor. Meğer bu da kakao'ymuş. Her zamanki gibi lezzetli kokuyor.


Muz ağaçlarını gösteriyor, bir muz ağacı sadece bir kez meyve veriyor sonra kesiliyormuş.
Ağacın hemen dibinden çıkan bir filiz bırakılıyor 3-4 ayda o da bir muz ağacı oluyormuş.
Bunu ilk kez duyduk.

Dikenli kırmızı bir mevyeyi gösteriyor sonra. İçini açıp çekirdeklerini eziyor. Tatmamız için bize vermesini beklerken dudaklarına sürüyor. Meğer bu bitki organik ruj yapımında kullanılıyormuş.
Bende sürüyorum hemen, 2 saate yakın dudağımdan çıkmıyor. Uygar birkaç tane ağaçtan alıp çantamıza atıyor hemen, akıllıyız ya :)  Ama ertesi gun çantada küflendiğini görüp çöpe atıyoruz.

Kurumuş gibi görünen ama çok ince ve seyrek yaprakları olan bir ağaç gösteriyor.
Bu Kına'ymış.

Burada yarın Ramazan Bayramı. Bayram nedeniyle zanzibarda eline kına yakmak bir adetmiş. Şadi de bize elini gösteriyor, sevdiği kızın ismini eline yazmış. (ASAYA yazıyor) Çok romantik geldi bana :)

Ardından ananas yaprağından bıçakla bir gözlük yapıp bana veriyor. Kardeşi de tur esnasında elinde yapraklarla oynayıp duruyordu, meğer bana örümcek kolye yapmış takıyorum hemen.
Gezimize devam ediyoruz. Bir ağacın önünde durup yapraklarını bize koklatıyor. Hacı'dan gelmiş mis esansı gibi kokuyor. Meğer bu yapraklar kolonya ve parfüm'ün esansıymış.
İsmini hatırlayamadım ama hatırlarsam ekleyeceğim.
Şadi bunları anlatırken yanımıza hemen bir çocuk elinde bu ağacın yapraklarından yapılmış sabun, mis, çay gibi malzemeler olan bir sepetle geliyor. Ondan bir krem, mis ve sabun alıyoruz. 15.000 şilinde anlaşıyorlar mutlu bir şekilde yanımızdan ayrılıyor.



Şadi'nin kardeşi hemen bir ağaca tırmanıp kırmızı kırmızı birşeyler getiriyor.
Yakından bakınca anlıyoruz ki bunlar karanfil'miş.


Son olarak da muskat isminde bir baharat gösteriyor. Bunun sadece içindeki çekirdeğe sarılı kırmızı kısmı kurutulup kullanılıyormuş. Bu da kadınlar için afrodizyak özelliğe sahipmiş.

Bahçe turunu bitirdikten sonra bize hindistan cevizi ikram ediyorlar. Bir kaç çocukta yapraklardan yaptığı aksesuarları bize hediye ediyor. Tabi karşılığında bahşiş bekliyorlar. 10.000 şilin verip ve teşekkür ediyoruz :)


Ayrılmadan önce biraz çay ve baharat alıyoruz. Tanesi 2.000-3.000 şilin civarında.

Vedalaşıp otele dönüyoruz. Biraz dinlenip, temizlenip bol sinek kovucularımızı sıkıp akşam yemeği için tekrar dışarı çıkıyoruz. Bu sefer lonely planette de ismini gördüğümüz Moonsoon Restaurant'a gidiyoruz. İçeri giriyoruz, ayakkabılarımızı çıkarmamızı istiyorlar. İçeride yer sofraları var, turistlerin çok hoşuna gitmiş olmalı ki içeri tıklım tıklım doldurmuşlar. Izgarada kral balığı, mango-papaya soslu Swahili tabağı ve Tuna balığı istiyoruz. Tabaklar kocaman geliyor, balıkların yanında aşureye benzer bir yemek, tarçınlı pilav, ıspanak ve yağlı katmer sunuluyor. Bütün gün ve dün akşam da aç kaldığımız için tabakları silip süpürmemiz 10 dakika sürmüyor. :) içecekler dahil 36.000 şilin verip tok olmanın verdiği mutlulukla uçarak ayrılıyoruz. :) 
Karnımız doyduktan sonra Ali,Tolga ve Babu'yu bulup sunrise restaurant isminde bir yere gidip birşeyler içiyoruz. Bu akşam erkeklerin beyaz uzun elbiseler giydiğini görüyoruz. Nedenini sorunca ramazanın son gecesi olduğunu bu yüzden bayramlıklarını bu akşamdan giydiklerini söylüyorlar. Meğer o uzun elbiseler bayramlıkmış..
Ramazanda zanzibarda karşılaştığımız istisnasız herkes oruç tutuyordu.O sıcakta o koşturmaca ve çalışma temposunda çok iyi dayanıyorlar.

Yarın StoneTown'un merkezini gezeceğiz. Çok geç olmadan 23:30 gibi otele dönüp uyuyoruz.. 

11.09.2010 - Bayram günü

Sabah kahvaltısının ardından Stone Town'u gezmek üzere otelden ayrılıyoruz. Önce Babu'nun ofisine gidip nereleri gezebileceğimiz hakkında bilgi istiyoruz.O da bize bir şehir haritası veriyor, gezilebilecek noktaları işaretliyor. İlk önce The House of Wonder's adındaki zanzibar müzesine gidiyoruz. Müze girişi kişi başı 3.500 şilin.
İçeride zanzibar tarihi ve kültürü hakkında çok çeşitli bilgiler var. Müzenin tam ortasında kocaman bir yelkenli koymuşlar. Yakından inceleyebiliyorsunuz.


Adamlar ağaç kütüklerini hasır kullanarak birbirlerine bağlıyor. (Başka bir madde kullanılmıyor.) Çivi kullanması gereken yerler tahta çivilerden, yelken halatlarının makaraları bile tahtadan. Eskiden her yerde böyleydi belkide ama onların hala bunları kullanmaları çok ilginç geldi bana.

Yelkenliler dışında kültürleri, kullandıkları eşyalar, yaşadıkları tarihi olaylar vs. hakkında çok kapsamlı bilgilerin bulunduğu bir müze burası. Yalnız müzede şöyle birşey dikkatimizi çekti. Etrafta ne bir güvenlik görevlisi ne de bir kamera vardı. Eşyaların bulunduğu dolaplarda kilit bile yoktu. Türkiye de olsa soyup soğana çevirmişlerdi burayı diye düşündük.

Müzenin terasından çevreyi izledik.

Müzeyi gezmeyi bitirdiğimizde öğle ezanı okunuyordu. Müzenin yanındaki kalenin içerisindeki cafe de oturup birşeyler içtik. Burada farkettiğimiz birşey daha var. İki tür cola satılıyor; biri etiketli diğeri baskılı şişeye sahip. Etiketli olanın gerçek kola, diğerinin sahte olduğunu söyledi Babu. Baskılı olan şişedeki kolanın tadı bizim küçükken içtiğimiz kolaya benziyordu gerçekten.
Daha sonra Babu bizi öğle yemeğine kendi evlerine davet ediyor, kabul ediyoruz. Evlerine doğru StoneTown'un daracık sokaklarında yürümeye başlıyoruz. Bayram günü olduğu için tüm çocuklar sokaklarda. El öpme gibi birşey görmedik ama şeker ya da harçlık alıyorlar.
Babu'nun evi bir odadan oluşuyordu. Evin dışına oranla içerisi daha bakımlı. 4 duvar ve beton zeminden oluşan bir hol'den eve giriliyor. Hol'deki bir köşeyi mutfak yapmışlar. Babu'nun eşi, kız kardeşi ve iki çocuğu (Nazrail ve Nasra) ile tanıştık. Çocuklara yanımızda götürdüğümüz çikolatalardan verdik, tadını çok beğendiler :) 


Bize güzel bir sofra hazırlamışlar. Yemekte soslu tavuk (tavuk burada etten daha kıymetli), tarçınlı masai pilavı, çoban salataya benzer bir salata ve meyve salatası vardı. Yemeğe bismillah ile başlıyorlar, yemekten önce bir tas ile herkes ellerini yıkıyor ve yemek elle yeniyor. Bir yerlerde zanzibarda tabakta yemek bırakmak gerektiğini aksinin hoş karşılanmadığını okumuştuk. Bizde buna uyup bir kaşık pilav bırakabildik anca..:) Yemekten sonra herkese teşekkür edip geziye devam etmek için oradan ayrıldık.

Sokaklarda herhangi bir sokak ismi yazmıyor. Haritaya göre yönümüzü bulmaya çalışarak ilerledik. En sonunda pazar yerine vardık ama akşam olmak üzere olduğu için birşey kalmamıştı.


Farklı bir yoldan otele dönmeye karar verdik. Yolda başbakanlık binasını , yüksek mahkemeyi ve üniversite binasını gördük. Üniversitede bile bazı camlar kırıktı.
Eski köle pazarını, hint filmi oynayan eski bir sinemayı, mahkemeyi geçtikten sonra bir ATM gördük. Ama kapısında kalaşnikoflu bir adam bekliyordu. Meğer ATM'in güvenliğinden sorumluymuş. İçeri girip para çekip otele döndük.

Biraz otelde dinlenip yine moonsoon restauranta gittik. Yollar bayram olması sebebiyle çok kalabalıktı. Erkekler uzun beyaz elbiselerini , kadınlar ve çocuklar ise en fosforlu, en parlak kumaşlardan yapılmış kapalı tuvaletlerini giymişlerdi. Bizim ancak düğünlerde görmeye alışkın olduğumuz bir manzaraydı. Festival, konser gibi birşey olduğunu düşündük ancak Babu insanların sadece süslenip püslenip bayram süresince sokaklarda bizim tabirimizle piyasa yaptıklarını söyledi.

Burada herkes birbirine "Jambo" diyerek selam veriyor. Jambo Merhaba demek.
Bir de "Hakuna Matata" var ki bu da jambo kadar kullanılan bir kelime. Önemli değil, takma anlamında. Burada herşey Hakuna Matata :)

Yemekten sonra arkadaşları bulduk. Babu'ya yarın Blue Safari yapmak istediğimizi söyledik. İyi bir pazarlık sonucu kişi başı 50$'a anlaştık. Otele dönüp, uyuduk..

12.09.2010

Sabah 7:30 kalkıp çantalarımızı hazırladık. Kahvaltıda 1 haşlanmış yumurta, muz, mago, ekmek vardı. Kahvaltıdan sonra babu'nun ofisine gittik. Oradan Blue Safarinin başlangıç noktası olan Foomba sahiline doğru yola çıktık. Yol yaklaşık 40 dakika sürdü. Foomba'ya ulaştığımızda karşımıza hemen hemen 300-400 metre uzunluğunda bataklık gibi bir alan çıktı, hemen ardında da dhow adı verilen tekneleri gördük. Teknelere kadar yürümemiz gerekiyordu, yürüdük.


Bize ayarlanan tekneye bindik. Kaptanımız Ali ve 3 tayfası ile yola çıktık. Giderken rüzgara ters yönde gittiğimiz için motorla gittik. Yolda giderken yunus'lar gördük ama pek yaklaşamadık. Yaklaşık 20 dk. sonra ilk adamıza ulaştık.


Bizi kıyıya kadar yanaşıp bıraktılar. Sahilde bizim gibi turla gelen başka turistlerde vardı. Uygarla şnorkel yapmak istediğimiz için biz tekneyle biraz açıldık ve Rathym isminde tekne tayfasından bir çocukla şnorkel yaptık. Suyun altı da üstü kadar mükemmel burada. Rengarenk mercanlar, balıklar, ilginç deniz kestaneleri, ahtapotlar gördük.



Şnorkelden sonra kumsala çıktık. Tolga ve Ali bizi sahilde bekliyordu. Rathym bize yorulmuşuzdur diye hindistan cevizi, papaya, muz ve ananas ikram etti.


Ali'nin denizden bulduğu deniz yıldızına baktık.

Ardından teknelere atlayıp gideceğimiz 2.ada için yola çıktık. Çok uzak değil 10 dk sonra diğer adaya indik ve tekrar uzunca bir yol yürümeye başladık.

Kumsalın sonunda restaurantlar vardı. Oturduk, Rathym bize kızarmış patates, söğüş ve pilav getirdi. Biz öğle yemeği bu kadarcık mı diye üzülürken asıl ana yemeği geldi. Jumbo karides, Ahtapot ve Baracuda :)

Baracuda şahaneydi.

Yemekten sonra bize yine meyve ikram ettiler. Sahilde buraya gelirken 1-2 saat önce yürüdüğümüz alanın sular altında kaldığını gördük. Havuz gibi olmuştu.
öncesi :
 2 saat sonrası :

Bizde bu sonradan gelen sıcak suyun keyfini çıkarmak için biraz yüzdük :)

Yüzdükten sonra adanın iç taraflarına doğru yürüyüşe çıktık. Karşımıza bir ağaç çıktı ama öyle bir ağaç hayatımda görmemiştim. Ağaç asırlardır yan yatsa bile yaşamaya devam edebilmiş. Kökleri en az normal bir ağaç kalınlığında. Ağacın tam ortasında bir çukur var. Köylüler balık sezonunda adaya 2-3 ay için geldiklerinde tatlı su olmadığı için bu ağacın gövdesine dolan yağmur sularını içiyorlarmış. Bir çeşit sarnıç gibi kullanıyorlar yani.

Ağacı gördükten sonra adanın gözlem kulesine doğru gittik.



Kuleye tırmandık, manzarası muazzam.. 
Aşağıda bir grup italyan turistin bağrışa çığrışa yanımıza gelmeye çalıştığını görüyoruz (gerçi onların normal konuşmasıymış sonradan anlıyoruz), kulenin hepimizi taşıması zor görünüyor, hemen o kalabalıkta iniyoruz aşağıya, kaçıyoruz. :)
Başka bir ağacı görmeye gidiyoruz. Bu da baya kalın bir ağaç.

Uygar sarmaşıkları kullanarak tarzan gibi ağaca tırmanmayı deniyor, biraz tırmanabiliyor. :)

Ardından sahile dönüyoruz, yelkenlimize atlayıp eve dönmek için yola çıkıyoruz.
 
Dönüş yolunda yelken açıyorlar, tekne kimi zaman yan yatıyor, kimi zaman dalgalarda sallanıyor. Ama acaip zevkli :) Turun başlangıç yerine varıyoruz. Sabah yürüdüğümüz alan şimdi sular altında. Kaptan ve tayfa ile vedalaşıp bizi almaya gelen taksiye binip otele dönüyoruz.

 
Otele döndükten sonra biraz dinlenip, duş alıp dışarı çıkıyoruz. Akşam Türkiye-Sırbistan basketbol yarı final maçı var. Buluşup onu izlemek istiyoruz. Televizyonu olan bir mekan arıyoruz. Sahilde Living Stone ismindeki bardan başka televizyon izleyebileceğimiz bir yer bulamıyoruz. Burası bizim cadde'deki cafelere benziyor, adanın da en cix mekanı sanırım. İçeri girip basket maçını açarlarsa oturacağımızı söylüyoruz, açıyorlar. Dev ekranın önüne 2 masa atıp oraya kuruluyoruz.

Maçı bizden başka pür dikkat izleyen yok. Babu da bize katılıyor. Yanımıza bir ara sonradan sırp olduğunu öğrendiğimiz bir çocuk geliyor. Bize başarılar dileyip bara, kendisine içki ısmarlatmaya çalışan (anladınız siz) kızın yanına, dönüyor. Bütün maç boyunca sadece bir iki alkış dışında maçla ilgilenmiyor :)

Maç çok heyecanlı geçiyor, son dakika kazanıyoruz, sevinçten barın ortasında zıp zıp zıplıyoruz, herkes bize bakıyor. Sırp çocuk tebrik için yanımıza geliyor, fotograf çektiriyoruz. Aman internete koyup benle dalga geçmeyin diyor... :) cık cık cık hiç yaparmıyız öyle şey.. :)

Ardından oradan ayrılıp kahve içmeye Tyros isminde bir Lübnan restaurantına gidiyoruz ama kahveleri kalmamış. Babu bizi sonra Mercury isminde başka bir mekana götürüyor. Burayı lonely planet kitabında da görmüştük. İçerisi çok kalabalık, zanzibar'ın Coconut isminde yerel bir grubu çok eğlenceli müzikler çalıyor, ortada bir pist var ve insanlar dans ediyor :) Birer kahve içiyoruz. Yarın sabah adadaki katılmadığımız son tur olan Prison Island turu için Babu'yla ufak bir pazarlık sonucu 15$'a anlaşıyoruz. Ardından otele gidip uyuyoruz.

13.09.2010

Sabah kahvaltısının ardından Prison Island turu için yola çıkıyoruz. Living Stone'un hemen yanındaki kumsaldan yarım ay şeklinde branda ile kaplı motorlar bizi adaya götürüyor. Tur adanın açıklarında şnorkel ile gezi ve ada gezisini içeriyor.Yarım günlük bir tur. Motora binip adaya doğru yola çıkıyoruz.



Adaya inmeden önce adanın açıklarında şnorkel yapıyoruz. Suyun altında çok çeşitli balıklar görüyoruz ancak bu sefer sanırım deniz anasının en çok yoğun olduğu ana denk geliyoruz (ya da bu bölgede sadece böyle bilemiyoruz) Suyun içinde ufak ufak bir sürü deniz anası var hatta yüzerken değdiklerini hissediyorum. Çok rahatsız oluyorum uygara çıkmak için baskı yapıyorum, çok durmadan çıkıyoruz. Adaya doğru hareket ediyoruz. Adaya çıktıktan sonra ilk önce dev kara kaplumbağalarının olduğu yeri geziyoruz.

Kaplumbağaların kabuklarına kaç yaşında olduklarını yazmışlar. Bizim gördüğümüz en yaşlısı 180 yaşındaydı.



Kaplumbağalarla fotograf çektirip onları besliyoruz.



Kaplumbağaların yanından ayrıldıktan sonra eskiden kölelerin tutulduğu yere doğru yürüyoruz. Bu ada eskiden köle ticareti için kullanılıyormuş. Araplar ve İngilizler buraya gelip köle alıyorlarmış. Ada zaten kısa bir süre öncesine kadar ingiliz sömürgesiymiş.







Burayı da gezdikten sonra ilerde kocaman bir kapı görüp adanın geri kalan kısmını gezmek istiyoruz :)


Kapıdan girip yürümeye devam ediyoruz. Ormanda dolaşan tavuskuşları ,


Kocaman doğal bir havuz (sadece gel-gitlerde doluyormuş),


ve ceylana benzeyen bir hayvan ile otel odası olduğunu sonradan anladığımız kulübeleri görüyoruz. Meğer bizim dolaştığımız alan otele aitmiş :) Lonely planette prison Island hotel isminde bir otel görmüştük , fiyatları da baya pahalıydı. Ama gezdik gördük ki ıssız ve o kadar para verip kalmaya değmeyecek bir otelmiş.




Tekrar motorlara binip stone town'a dönüyoruz.Hemen otele gidip duş alıp uyuyoruz. Motorla değil sanki ceviz kabuğuyla gidip gelmiş gibiyiz. O kadar çok sallanıyordu ki bütün gün bu yüzden mide bulantımız geçmedi. Akşam üstü kalkıp moonsoon da yemek yiyoruz. Bu sefer başlangıç tabağı yetiyor. Akşam basketbol final maçı olduğunu öğreniyoruz. Ali ve Tolga'yı da bulup tekrar Living Stone'un yolunu tutuyoruz.
Ekranın önüne masaları çekip, izlemeye başlıyoruz. Yanımıza Kırgız bir çocuk geliyor türk müsünüz diyor. Adının Mirbek olduğunu öğreniyoruz, izmirde doktora yapmış.
Yanımıza oturup bizimle maçı izlemeye koyuluyor.


ABD çok iyi oynuyor.Yeniliyoruz.Gerçi 2. oluyoruz bu bile harika birşey.. Vedalaşıp mekandan ayrılıyoruz. Otele dönüp uyuyoruz.
14.09.2010

Bugün stone Town'dan ayrılıyoruz. Sanırım 5 gün stone town'a yetti. Yapılacak tüm turları, gezileri yaptık. Hem de biraz yorulduk, çarşamba günü döneceğimiz için son iki günümüzü adanın plaj kısmında geçirmek istiyoruz. Kahvaltıdan sonra, check-out yaptırmadan önce, stone town'da yapmamız gereken son işleri hallediyoruz. Önce Zanzibardan Daresselam'a uçakla gidebilmek için coast havayollarının ofisine uğruyoruz. Dönüşte o feribot çilesini çekmek istemiyoruz açıkçası. Uçak biletlerimizi ayarlıyoruz.(Kişi başı 75$) Ardından kale içine gidip birkaç hediyelik eşya alıyoruz. Otele dönüp chek-out yaptırıp taksi ile adanın doğu kıyısındaki Matemwe plajına hareket ediyoruz. Adanın gel-gitten en az etkilenen yeri ve en turistik yeri Nungwi ve Kendwa plajlarıymış. Ama plajda dolaşan ve size devamlı birşeyler ayarlamaya çalışan kişiler (beachboy) çok rahatsız ediyorlarmış. Babu'da bu yüzden bize bu plajı önermişti. Lonely planetten ve tripadvisor 'dan bu plajda önerilen iki hotel buluyoruz. Bir tanesi Zanzibar Rtereat Hotel ama dolu olduğunu öğreniyoruz. Diğeri hemen yanında Sunshine Hotel, oteli gezip burada kalmaya karar veriyoruz. Geceliği oda + kahvaltı kişi başı 80$'dan anlaşıyoruz. Biraz pahalı ama son iki günü rahat geçirmek istiyoruz. Otelin işletmecileri Polonyalı bir karı-koca. Odalar şahane.



Odaya yerleştikten sonra lagünde yürüyüşe çıkıyoruz. Köylüler suyun içinde bir tarla oluşturmuşlar. Burada çinlilerin yedikleri bir otu yetiştiriyorlarmış, deniz böğrülcesine benzer bir ot. Çocuklar da suyun içinde oyun oynuyorlar.

Öğle yemeğinde sandviç, börek ve patates yiyoruz. (22.000 şilin)

Balkonumuzda biraz dinlenip-kitap okuyoruz. Stone town'daki çilekeşlikten sonra bu otel bize para var huzur var lafını bir kez daha doğrulatıyor. Ama ne yazık ki iki geceden fazla bu otel bizi aşar :)


Akşamüstü plajda gezintiye çıkıyoruz. Çocuklar futbol maçı yapıyorlar.



Bu plajda akşamları acaip bir rüzgar esiyor. Bu yüzden akşam yemeği için inerken uzun kollu şeyler giymek gerekiyor. Akşam otel yollarını yerlere konulan gaz lambaları ile aydınlatıyorlar. Yemek sırasında masalarda da mum ışığı var sadece. Siz yemekteyken odanıza girip böcek, sinek için ilaçlama yapıyorlar. Ayrıca odalarda duvarlar bambudan olduğu için etrafta da bir sürü renk renk kertenkele var :) Allahtan cibinlik baya korunaklı :) Akşam yemekleri güzel ve fiyatları normal. Yemekten sonra odamıza dönüp dinleniyoruz.İnternet dışında herhangi bir iletişim aracı yok otelde.


15.09.2010

Sabah ezanı ile uyanıyoruz. Yani sanırım sabah ezanıydı çünkü hayatımda bu kadar ilginç birşey duymamıştım. Adamın söylediği şeyleri aynen yazıyorum.

Salaaaaat salaaaaat salaaatt, salat salat salat salat.... Bunu iki kere tekrarlayıp bitiriyor bizde tekrar uyuyoruz. :)



Sabah erkenden uyanıp kahvaltıya iniyoruz. Kahvaltıda ballı krep, meyve ve çay var. Kahvaltıdan sonra denize gidip yüzüyoruz. Su çok güzel ama suda yetiştirilen bitkiler yüzünden suyun içinde biraz ot parçaları yüzüyor. Bizimle birlikte köyün çocukları da suyun içindeydi. Yaşları 6-10 arası değişen kızlı erkekli yaklaşık 10 çocuk. Denizin içinde kıyafetleriyle yüzüp, şakalaşıp, oyunlar oynuyorlar. Beni görünce yanıma geliyorlar. Öğrendikleri kelimelerle ingilizce birşeyler söylemeye çalışıyorlar. Etrafımda el ele tutuşup çember oluşturup dönmeye ve şarkı söylemeye başlıyorlar :) Oynayacak birşey buldukları için mutlu görünüyorlar bence. :) Saçımdaki kırmızı tokayı istiyor bir tanesi, kıyamayıp veriyorum. Biraz ilerde suya giren başka bir turist görüp onun peşinden gidiyorlar :)


Öğle yemeğine doğru sular çekiliyor, 4 'ten sonra tekrar gelecekmiş. Bu arada lagün'ün en uç noktasına, okyanusun başladığı noktaya kadar yürümek istiyoruz.

Öğle yemeğini yedikten sonra yürümeye başlıyoruz. Denizde çok fazla deniz kestanesi bulunuyor. Yürürken lagünün içinde rengarenk deniz yıldızları, yengeçler, balıklar görüyoruz. Bir mercanın altında gizlenmiş kırmızı kocaman bir yengeç görüyorum. Stone town'da yemiştik biz bundan, çok lezzetliydi. Uygar saklandığı yerden çıkarmaya çalışıyor ama başaramıyor, çok da ısrar etmiyoruz. İlerde bizim gibi yürüyen 20-25 yaşlarında bir balıkçı görüyoruz. Jambo diyerek yaklaşıyor. Adı Hasan'mış."Yetima Hasan" diyor. Annesi babası olmadığı için öyle diyorlarmış, bizdeki yetim ile aynı. Hasan ingilizce bilmiyor, bizde swahili dili :) Ama anlaşabiliyoruz. Gözünde gözlükle şnorkelsiz suyun altını araştırarak günde 3-4 saat ahtapot topluyormuş. Bugün 5 tane toplamış, 4 'ünü otele satıp bir tanesini kendi yiyecekmiş. Kestanelerin çok olduğunu ve bunları yiyip yemediklerini soruyoruz. Hemen bir tanesini alıyor yiyor, yarısını da uygara veriyor. Ben yiyemiyorum. Elinde yeni tuttuğu kalamarı tutması için uygara verip bize deniz yıldızı göstermek istiyor. Fakat kaygan ve ölmemiş olduğu için uygar kalamarı düşürüyor. Kalamar anında kaçıyor, tüm aramalarımıza rağmen bulamıyoruz. Üzülüyor ve adama para teklif ediyoruz. Otele varınca 10.000 şilin kadar veriyoruz. "Ansante Sana" diyor ve mutlu bir şekilde ayrılıyor. Fotograf makinasını yanımıza almadığımız için Hasan'ı çekemiyorum.

Sahilde biraz dinlendikten sonra kumsalın sol tarafına doğru yürüyüşe çıkıyoruz. Bu plajda kum o kadar ince ki bastığımız yerde ayak izimiz bile neredeyse çıkmıyor.


Köylüler bisikletle sahilde dolaşıyorlar.


Biraz ilerleyince diving center'ı görüyoruz. Sahilde mor bayraklardan bir yol yapılmış , hemen ardında bir kısmı kuma gömülmüş kocaman mor bir kalp görüyoruz. Üstü tüllerle kapalı bir alanda gelin, damat ve peder'i görüyoruz sonra. Meğer diving center beach wedding 'de yapıyormuş. Ve şu an bir çift evleniyormuş. İngiliz olduklarını sonradan öğrendiğimiz çiftin nikah törenini izliyoruz. Toplasan izleyen misafirler 10 kişi yoktur. Gelin saçıyla makyajıyla sade gelinliğiyle çok güzel görünüyor. Romantik bir fikir olduğunu düşünüp otele geri dönüyoruz.

Akşam yemeğinde ahtapot ve körili balık yiyoruz, ardından çok yorulduğumuz için erkenden uyuyoruz. Zaten otelde akşam yapıcak hiçbirşey yok.

16.09.2010
Bugün zanzibar'da son günümüz. Sabah erkenden kalkıp kahvaltı yapıyoruz. Dün doymadığımız için bu sefer yumurta ve bol ekmek istiyoruz. :) Ve Zanzibar'da yaptığımız en güzel kahvaltıyı yapıyoruz. 

Yemekten sonra valizlerimizi toparlayıp check-out yaptırıyoruz.Otel'in lobisine valizlerimizi bırakıp öğlene kadar sahilde dolaşıyoruz. Elimizde kalan kalem ve şekerleri köyün çocuklarına dağıtıp bitiriyoruz.



Saat 14:00 gibi taksi bizi almaya geliyor ve zanzibar havalimanına doğru yola çıkıyoruz. Zanzibar havalimanı Stone Town'a çok yakın bir yerde. Havalimanına varıp valizlerimizi veriyoruz. Burası havalimanından çok otobüs terminaline benziyor. Saat 16:00 da coastal airways'in 12 kişilik uçaklarına biniyoruz.

Uçakta yolcular dışında sadece pilot var. Kalkış öncesi arkasına dönüp kendini tanıtıp iyi yolculuklar diliyor.


Uçak havadayken küçük olduğu için sallanıyor, dönüşlerde siz de yan yatıyorsunuz :)  Yaklaşık 20 dakikalık heyecanlı bir uçuştan sonra daresselam havalimanına (çok şükür) iniyoruz.


Ardından Daresselam havalimanında THY uçağının uçuş saatini bekliyor, free shop'tan zanzibar ile ilgili bir kitap alıyoruz.


Uçağımıza biniyor ve Türkiye'ye dönüyoruz....



PS: Sayfadaki bazı fotoğraflar Ali ve Tolga'ya ait. Teşekkürler arkadaşlar..